
Prof. Dr. A. Arif Ergin
Bahçeşehir Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Dekan Vekili
Her şeyin çok hızlı değiştiğini düşündüğümüz ve yeni problemlerle mücadele etmek için eski yöntemlerden vazgeçmemiz gerektiğini gördüğümüz bugünlerde nereden geldiğimizi hatırlamak yararlı olacaktır. Bu yazının amacı, bilim ve teknoloji yolculuğunun batı dünyasındaki kısa geçmişine bakarak nereye gittiğimizi anlamaya çalışmaktır.
Batı dünyasının bilimsel aydınlanma dönemlerine baktığımızda günümüzde ismini çokça duyduğumuz bilim insanlarının karakteristik özelliklerinde de belirli bir değişim olduğunu görüyoruz. 18’inci yüzyılın ve öncesinin bilim insanlarının çok yönlülükleri gözlerimizi kamaştırmaktadır. Örneğin aynı kişi, bir yandan Renk Teorisini geliştirirken diğer yandan Bitkilerin Morfolojik Yapısının Açıklanması adlı makaleyi kaleme alıyor, osteoloji (kemik bilimi) ve madencilik konularında araştırma yapıyor, bazı politik girişimlerde bulunuyor, Genç Werther’in Acıları isimli melankoli edebiyatının nadide bir eseri üzerinde çalışıyor, din ve tefsir incelemeleri yapıyor ve hayatının her dönemindeki “değerler” tartışmalarını Faust isimli tiyatro eserine bölüm bölüm nakşediyor! Dil bilimi ve müzikle de ilgilenmekle birlikte bu alanlarda eser vermiyor.
20. YÜZYIL: TEKNOLOJİK GELİŞİMİN KIRILMA ÇAĞI
19’uncu yüzyıl ile birlikte bilim ve teknoloji konularındaki çalışmalar daha metodik bir eğitim sistemine oturmuştur. Bilim insanları da artık çok yönlü olmak yerine uzmanlık alanlarında ilerlemeyi tercih etmiştir.
James Clerk Maxwell (elektromanyetizma), Marie Curie (radyoaktivite) ve Louis Pasteur (mikrobiyoloji ve kimya) gibi odaklanmış konularda çığır açan kişiler bu dönemde sahneye çıkmışlardır. Bu kişilerin kendi alanları dışında eser verdiğine, sanatsal ve/veya sosyal faaliyetleri olduğuna dair bilgilere pek rastlanmamaktadır. Günümüzde kullandığımız pek çok bilimsel kural ve kuram bu devirde ortaya çıkmıştır.
Teknolojik gelişimin kırılma çağı olarak adlandırabileceğimiz 20’nci yüzyılı iki kısma ayırmak gerekir. Dünya savaşlarının olduğu ilk yarıda bilim ve teknolojide uzmanlaşma daha da derinleşmişti. Bilim dallarında olduğu gibi analiz ve çözüm yöntemlerinde de ayrışma olmuştu. Örneğin bir fizik problemini çözmek için uzayın tek boyutlu, zamansal değişimin ise sadece tek frekanslı (harmonik) yapıda olduğunu varsaymak bu devirde çok normal karşılanıyordu. Üç boyutlu uzaydaki çözümler, üç tane tek boyutlu uzaydaki çözümlerin bileşimi olarak yorumlanabiliyordu.
Başka bir anlatımla her türlü problemin mümkün olan en küçük lokmalara bölünmesi ve tüm problemin çözümüne ulaşmak için ufak lokmaların tek tek çözümüyle uğraşılması bu döneme damgasını vurmuştu. Bu yüzyılın ikinci yarısı ise tamamen farklı bir anlayışla şekillendi. Bilgisayar teknolojisi sayesinde bir insanın tek başına bir araya getirmesi mümkün olmayan pek çok ufak çözüm, anlamlı ve algoritmik şekilde birleşmeye başladı.
MILLENIUM VE BİLİŞİM SİSTEMLERİ
Bu döneme belki de ismini vermesi gereken yöntemlerden bir tanesi sonlu elemanlar (finite elements) yöntemidir. Bu yöntemde büyük bir fizik problemi (örneğin bir yolcu uçağının üzerindeki kuvvet ve gerilimlerin hepsinin hesaplanması) önce küçük sonlu elemanlara bölünür. Sayıları milyonlarla ifade edilen elemanların her birisi üzerindeki çözümler birleşerek tüm problemin çözümüne ulaşılır.
20’nci yüzyıl, büyük problemlerin bu şekilde irdelenmesi ile sonlandı. Bu olanağı sunan bilişim sistemleri ise her kişinin (bilim ile uğraşsın uğraşmasın) hayatına girmeye ve günlük yaşantısını etkilemeye başladı. Yaşı yetenler hatırlayacaktır; 2000 yılına girerken gelişmiş toplumlara korku salan “millenium bug” veya diğer adıyla “Y2K problemi” bu dönem sonunda insanlığın bilişim teknolojilerine bağımlılığını itiraf etmesi olarak yorumlanabilir.
PANDEMİDEN ÖNCE, PANDEMİDEN SONRA
Tamamlamak üzere olduğumuz 21’inci yüzyılın ilk çeyreğine nasıl bakmalıyız? Pandemi öncesi ve sonrası dönemlerde bilim ve teknoloji insanlarının karakterlerinde belirgin ve tanımlayıcı nitelikler neler olmuştur? Bir bakış açısına göre pandemi öncesindeki dönem, önceki yüzyılda keşfedilen “sonlu elemanlar” çözüm tekniğinin hayatın her alanına uygulanmasıyla geçmiştir. Sadece fizik problemleri değil sosyolojik olaylar, ekonomik ve politik irdelemeler bile yüksek sayıda veri üzerinden, bir insanın tek başına yorumlaması ve şekillendirmesi mümkün olmayacak analizlerle ilerlemektedir.
Bilgiye erişim özgürleşmiş ama bilgi kaynaklarının güvenilirliği azalmıştır. Bilimsel yayın yapmanın teknikleri, ekonomisi ve kültürü değişmektedir. Pandemi dönemi sayesinde üretkenliğin fiziksel mekan ile ilişkisi tartışmaya açılmıştır. Eskiden sadece etrafımızdaki dünyayı anlamak için kullanılabilecek kıt bilişsel kaynaklar (eğitim, yayınlar, hesaplama kapasiteleri, iletişim kanalları, vs) etrafımızda sanal bir dünya oluşturmak için kullanılabilecek serbestliğe, bolluğa ulaşmıştır.
BİLİM İNSANLARININ DEĞİŞMEYEN TEMEL NİTELİKLERİ
Deney ve deneme ortamları fiziksel olmaktan simülatif olmaya doğru kaymaktadır. Dünya üzerindeki pek çok uzman veya meslektaş veya aynı ilgi alanlarına sahip insanlar ile iletişimin önündeki engeller de kalkmıştır. Bu bolluk içerisinde bilim insanının karakterinin de 18’inci yüzyıldaki çok-yönlülüğe doğru dönmesi mi gerekir? Doğaya bakıp onun kurallarını incelerken hala açıklayamadığı fiziksel ve meta-fiziksel olaylar arasında ilişkileri kurmak için elindeki imkanların hepsine hakim olması bir zorunluluk mudur? Sanat ile, matematik ile, gökbilim ile, psikoloji ile, biyoloji ile eşzamanlı yorumlama kabiliyeti kazanması bir ihtiyaç mıdır? Eğer cevap evet ise eğitim sistemlerinin yeniden buna göre şekillenmesi gerekli midir?
Sizleri tüm bu sorularla baş başa bırakmadan önce bir gözlemimi de paylaşmak isterim. Yukarıda özetlediğim tarihsel değişim içerisinde bilim insanlarında değişmeyen bazı temel nitelikler vardır. Sıradan bir insanda bulunduğunda olumsuz olarak algılanabilecek niteliklerdir bunlar. Örneğin her şeyi şüphe ile karşılamak, sorgulamak, somut kanıtlar olmadan inanmamak, ama bunun karşılığında da somut bir kanıt gördüğünde de hızlı bir şekilde fikrini değiştirebilmek. Fikirlerinin doğruluğunu ispat etmek için sıra dışı deneyler tasarlamak ve bu uğurda maddi ve manevi riskler almaya açık olmak. İçinde bulunduğumuz çağda teknik ve yöntem olarak pek çok şey değişse de bilim insanlarında bu niteliklerin değişmeyeceğine; daha doğrusu bilim ve tekniğin bu niteliklere sahip olan insanlar eliyle ilerleyeceğine inanıyorum.