
Dr. Öğr. Üyesi Bora Erdamar
Bahçeşehir Üniversitesi BlockchainIST Center Direktörü
Değişen koşullara uyum sağlamakla kalmayıp, koşulları kendisine göre değiştirme konusunda da muhtemelen en yetenekli canlı türü olan insan, teknolojinin belki de bugüne kadarki en hızlı dönüştürücü etkisine şahit oluyor. Öyle ya “yaşasın, teknoloji sayesinde hayatın angaryaları azalıyor, nihayet insanlık daha önemli ve anlamlı işler için zaman kazanıyor” neşesinden, “nasıl yani, tüm mesleklerimiz artık tarih mi olacak yoksa” endişesine pek hızlı savrulduk.
Geleceğe dair olanaklar kadar risk ve tehditlerin de arttığı bir dünyada, insanın en kıymetli zamanını nelere harcaması gerektiğini belirleyebilmesi herhalde günümüzün en değerli becerisi. En az onun kadar önemli bir diğeri de herhalde bu zamanı kimlerle ve nasıl bir ortamda geçirdiği.
Dolayısıyla, hem kişisel anlamda, hem de insanlık olarak “zaman ve mekan” ile kurulan ilişkiye dair seçimler, hayata dair en temel tercihlerimizi belirliyor dersek, sanıyorum çok yanılmış olmayız. Bilim ve Teknoloji’nin yaşamlarımızı ve bizi ne şekilde dönüştürdüğünü ve dönüştüreceğine dair bir analizi de bu iki temel eksen, zaman ve mekan üzerinden yapmak da daha kolay ve aydınlatıcı olabilir. Biraz üzerine düşündüğümüzde, yine hem kişisel hem de insanlık olarak bize en çok sınır çizen, kısıtlayıcı olan, aşmamız gereken engeller ve sınırlar ya zamana, ya da mekana ait değil midir?
Hızlıca bir yolculuk yapalım dilerseniz: Avcı-toplayıcılık döneminden, Tarım ve Endüstri dönemlerine geçişlerde, sonrasında da Bilişim devrimindeki kırılma noktalarında hep bilim ve teknoloji sayesinde aşabildiğimiz sınırlar belirlemiş yaşamlarımızı. Aç kalmamak için Nil nehrinin ne zamanlar taşacağını öngörmek zorunda olmak, Astronomi, Matematik ve Fizik alanlarının belki de ilk motivasyonlarından olmuş. İşlediği toprağı önce verimli kılmak, sonra da çoğaltmak gerekliliği, bu süreçteki çatışmalar ve paylaşım gereksinimleri, Tarım, Kimya, Hukuk, Ekonomi, Finans alanlarının ilerlemesini sağlamış. Coğrafi keşifler sırasında uzun deniz seferlerinde iskorbüt gibi hastalıklarla baş edebilmek için kontrollü deneyler ile modern Tıp ve bilimin temel metodolojisi gelişmiş. Velhasıl, hiçbir dayatmayı kabul etmeyen, başta doğanın ve çevresel koşulların, sonrasında sınırlı ömrünün temel kısıtlarını aşmayı deneyen, bu uğurda sınırsız mücadele veren insanlar sayesinde ulaşmışız bugünkü bilim ve teknoloji seviyesine.
Bilindiği üzere, yazının icadı ve ilk kullanımı ticari kayıtların ve alacaklı-borçlu ilişkisinin hukuki teminatının kayda geçirilmesi içindir. Tarih boyunca biriken bilgilerin, matbaanın keşfi ile bambaşka kültürden ve coğrafyadan insanlara ulaşması nasıl bir çığır açtıysa, paranın icadı da belki de birbiriyle başka hiçbir şekilde iletişime geçemeyecek toplulukların, ülkelerin, imparatorlukların bazen en büyük anlaşmalarının bazen de en büyük savaşlarının herhalde en önemli aracı olmuştur. Gözlerimizin önünde, bilginin ve değerin klasik paylaşım araçlarının, matbaanın ve paranın dönüştüğü zamanlardayız. Üretiminin güvendiğimiz belirli otoritelerce sağlanmasına alışkın olduğumuz “bilgi” ve “para”nın artık insanlığın kendi elleriyle geliştirip büyüttüğü bilim ve teknolojiye emanet edildiği bir çağdayız. Sosyal medya kaynakları, ya da online eğitim platformları üzerinden dileyen herkesin ürettiği bilgiyi yayabildiği, artık bu kaynakların bile birer vitrine dönüşmeye başladığı, altyapının Yapay Zeka üzerinden bizzat neredeyse her bilginin arkasında olduğu bir dönemdeyiz. Tahta geçen her hükümdarın ilk iş olarak para basıp otorite alanını ilan ettiği zamanlardan, toplulukların kendi değer paylaşım aracını ve buna dair her türlü politikayı Blockchain üzerinden gerçekleştirebildiği günlerdeyiz.
Böyle bir analiz, doğal olarak, bizleri pek yüksek bir medeniyet seviyesine ulaştığımız hissiyle, pek çok uzmanlık gerektiren alan için, “ne gerek var ki bu işlere ömrünü vakfetmeye, bu kadar emek vermeye” sorusuyla karşı karşıya getirebilir. Görünüşte, hayata dair pek çok tercihimiz değişmiş ya da değişiyor olabilir. Meslek seçimlerimiz, emek vermeye değer bulduğumuz işler farklılaşmış olabilir. Geleceğin makbul becerilerini düşünürken öngörülemezlik içerisinde önümüzdeki 4-5 seneye dair kararlar almakta da zorlanabiliriz. Oysa, insalığa dair, hem de bizim gündelik hayatımızı doğrudan etkileyen tüm temel problemler, bilim ve teknolojinin geldiği seviyeye rağmen olduğu gibi ortada duruyor. Bu nedenlerle, hala daha Sağlık, Eğitim, Ekonomi, Adalet, Sürdürülebilirlik gibi en temel alanlardaki problemlerle boğuşmuyor muyuz? Tüm yeni teknolojiler ve bilimsel bilgi birikimimiz evet bir takım sınırları aşarken, başka riskler, başka kısıtlar da beraberinde getiriyor. Tam da bu nedenle, içinde bulunduğu kısıtları hem kendisi hem de insanlık adına aşmaya çalışan, bu uğurda emek veren, bir alanda uzmanlaşan, sorgulayan, edindiği tecrübeleri paylaşan, aktaran insanlara ve onların huzurla çalışabildiği ortamlara hiç olmadığı kadar ihtiyaç var ve bu ihtiyaç artıyor. Dolu dolu anlamıyla bir “üniversite”, hayata karşı hangi temel değerlerimizin ve tercihlerimizin değişmeden kalması, hangilerinin de değişmesi ve dönüşmesi gerektiğinin bilincini ve deneyimini edindiğimiz, bu süreçte de hem kendi hayatımızı hem de bir ümitle insanlığı şekillendiren ortamdır. Böyle ortamların çoğalması ve hep birlikte bu ortamlarda daha çok buluşabilmek ümidiyle…